Senelerdir sahici hayatlarmış gibi hilkatimize işleyen televizyon programları hakkında en son yazmak isteyen kişi olmak isterdim. Kim bilir belki de bu bir sondur. Nitekim halis niyetle kafa yorulmuş bu yazı, sözüm ona televizyon kanalları için gark oldukları hendekten çıkmalarına gün gelir vesile görevi görür. Kendimden bir Don Kişot yaratmak değil niyetim. Don Kişot olup yere yıkılırım diye bu mevzudaki fikirlerimin arkasından çekilecek de değilim.
O halde; yürümek için bir yol gerekse “sanat, sanat içindir”den adımlamaya başlayabiliriz. Türk Dil Kurumu, sanatı; bir duygunun, tasarının, güzelliğin anlatımında kullanılan yöntemlerin tamamı veya bu anlatım sonucunda ortaya çıkan üstün yaratıcılık diye tanımlar. Televizyon kanallarında işlenen nüansları, “TV’lerin sanat”ı olarak varsayarsak, beşaretli bir hâle ulaşmak mümkün olmaz. Çünkü ortaya konan yapımlar sanatın sanat için değil bilakis sanatın reyting uğruna toplum için yapıldığına işaret ediyor. Has dairede dizilerden söz açacak olursam bu dizilerin toplumun damarına enjekte edilmiş bir uyuşturucu olduğunu söyleyebilirim. Saatlerle sınırlı geçici keyifler, ruhumuzda tedavisi zor bağışıklıklara yol açıyor. Ve ruhumuz yeniden uyuşmak istercesinehaftada bir yayınlanan uyuşturucuları beklemeye başlıyor.
Bir türlü bizleştirmediğimiz hayatı, birden sanallaştırıveriyoruz. Farazi hayatlara özentilik bir tarz oluyor. “Kimin eli kimin cebinde” halleri daha cazip geliyor. Hülasa; televizyon ekranlarından günlük yaşantımıza düşen adamlar gibi konuşup, kadınlar gibi giyinmeye başlıyoruz. Eşi aldatmak olağan olarak giriveriyor hayatımıza.Evlilikler kısa sürüyor. Televizyonlardaki yalancı ama nefse hoş hayatların yüzüne evlilik mefhumunun kıymetini kaybettiğini görüyoruz. Evli kadınların kocasını aldatması moda oldu. Evlilikte paylaşılması gereken şeyler evlilik öncesinde tüketiliyor. Bunun adına gayet güncel ve kibar olaraktan “flört” konuyor. Ancak böyle olmuyor. Çiftler birbirini tanımanın yerine evlilik öncesini, tüketilesi bir unsur olarak görüyor. Nitekim ya kesin gözüyle bakılan düğünler gerçekleşmiyor ya da evlilikler ilk yılında çatırdayıp tarumar oluyor.
İşte bu vahim gidişatın temeline indiğimizde sanatın toplum için yapıldığı sonucuna varıyoruz. Televizyonlarda izlediğimiz karakterlere benzemeye çalışmadığımızı kim söyleyebilir? Beyler; evde, kız kardeşlerinin üzerinde gördüğünde bile utanacakları kıyafeti bir dizi oyuncusunun üzerinde gördüğünde ekrana dört gözle bakmaktan utanmıyor. Kadınlar ise anneleri ile babalarını, ablaları ile eniştelerini öpüşürken görmeyi “çok ayıp” olarak addederken, bir dizide iki sevgiliyi canlandıran çiftin öpüşmesinden rahatsız olmuyor. Mini etekler, öpüşmeler “olağan” olarak giriveriyor hayatımıza. Konuşmalar bile artık biraz daha dizi karakterlerinin ağzından oluyor. Falanın filanı aldatması evli kadınlara ilham oluyor. “Oha falan oldum” oluyor yani!
Değerlerimize sahip çıkmadığımız müddetçe bazılarımızın eleştirmekten bıktığı, fakat eleştirilenlerin eleştirilmekten bıkmadığı süreci, geleceğimizin içine tüküre tüküre yaşamaya devam edeceğiz. Ve Ziya Paşa’nın ruhuna şu sözü her söyleyişimizde bir kez daha Fatiha göndereceğiz:
Nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.