AK Parti’nin yazdığı köşe yazısı nedeniyle Abdurrahman Dilipak’a dava açacakları öğrenildi.
AK Parti Genel Sekreteri Fatih Şahin, gazeteci yazar Abdurrahman Dilipak’a dava açacaklarını söyledi.
Şahin, yaptığı yazılı açıklamada, kadına yönelik fiziki veya sözlü, her türlü şiddetin karşısında durmanın bir insanlık vazifesi olduğunu vurguladı. Şahin, “İster fiziki olsun ister sözlü, kadına yönelik şiddeti asla kabul etmeyeceğiz. Emekleri, fedakarlıkları ve mücadeleleri ile dünümüzü ve bugünümüzü inşa eden ve geleceğimizi şekillendirecek olan kadınlar, her türlü fikri ayrılığın ve tartışmanın üzerinde ve ötesinde, bizim için ayrıcalıklı bir yerdedir” dedi.
Şahin, “Kadınların hak ve özgürlük mücadelesini kendi mücadelesi gören AK Parti, bu konuda bugüne kadar ortaya koyduğu kararlı ve tavizsiz tutumunu bundan sonra da sürdürecektir. Partimizin kurumsal itibarını zedelemeye, toplumsal barışımızı tahrip etmeye, halkın bir kesimini cinsiyet farklılığına dayanarak aşağılamaya yönelik ayrımcı ve bayağı söylemler yaptırımsız kalmamalıdır. Tüm kadınların haklarını korumak için çalışmalarımızı sürdürmek görevimizdir. Ayrıca AK Partili kadınlara dönük asla kabul etmeyeceğimiz açıklama ve nitelemelerle de mücadelemiz sürecektir. Bunu temin için gerekli hukuki ve cezai müracaatlarda bulunmak ve yargısal süreçlerin takipçisi olmak her zaman öncelikli görevimizdir” ifadelerini kullandı.
Şahin, yazısındaki ifadeleri nedeniyle Dilipak’a AK Partiolarak dava açmaya hazırlandıklarını bildirdi.
Abdurrahman Dilipak’ın “AKP’nin papatyaları” başlıklı köşe yazısı şöyle:
ANAP’ı o “Papatyalar”, o “Lale Devri çocukları” bitirdi. AK Partiyi de, bu Erguvani AKP’nin “Papatyaları”(!?) bitirecek bu gidişle. AK Parti içindeki AKP’liler konuşuyor, AK Partililer susuyor. AKP’liler terfi etti zenginleşti, itibar sahibi oldular. Kaymağı onlar yiyor, parayı onlar veriyor. Camiye, okula, yurda parayı veren de onlar. Eee, parayı veren düdüğü çalıyor. Kem alat ile kemalat olmuyor. Haram para ile hayır olmayacağı gibi. Bunlardan maddi yardım almayan cemaat ve vakıf kaldı mı? Ha, işte böyle, veren al alan elden üstündür. Daha önce siz konuşuyordunuz onlar dinliyordu, şimdi onlar konuşuyor, siz dinliyorsunuz.
AB fonları ile semirenlerin sesleri nasıl inceldi, eskiden ter kokuyorlardı, şimdi parfüm kokuyorlar. Bodrum katlarında rutubet kokan derneklerden çıkıp plazalara taşındılar.AK Parti içindeki AKP’liler, FETÖ’nün zihniyet ikizi gibi davranıyorlar. Hem uluslararası fonlarla destekleniyorlar hem de kamu fonlarını kullanıyorlar. Malum “Yeşil Sermaye” de bunlara sponsor olabiliyor. Koç kadar, Sabancı kadar, Eczacıbaşı kadar bizim “Yeşil sermaye” davasına sadakat gösterip, bu fahişelere ve onların türevlerine karşı seslerini yükseltebilecekler mi? Konfeksiyoncu, gıda zinciri, finans kuruluşu, ses ver Türkiye! Ne bekliyorsunuz!Ben hep “Lazaranta” diye yazıyorum da, aslı “Lanzarote Sözleşmesi” Şeytan Üçgeninin bir diğer ayağı olan “Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması” sözleşmesi 6084 sayılı kanun ile onaylanmış ve 25.10.2010 tarihinde kanunlaşmış. (İlk ilanı 25 Ekim 2007) Yani sözleşme Mecliste beklemiyor, o iş bitmiş. Bekleyen sözleşme hükümlerinin yasaya dönüştürülmesi. Yani şu anda Türkiye’nin en kolay şekilde çekileceği sözleşme bu Lanzarote sözleşmesi. Kronolojik sırayla gidersek, sonra İstanbul Sözleşmesi ve daha sonra CEDAW. Sonra da CEDAW ve İstanbul Sözleşmesine dayalı yasa ve yönetmeliklerin, genelgelerin değiştirilmesi gerek.
Bu felaketin sorumluları arasında en önemli isim olarak karşımıza hep Fatma Şahin çıkıyor. Şahin hâlâ bu yönde genelgeler yayınlıyor. Toplumdaki öfke konusunda sanırım bilgi sahibi değil. KADEM bir, Fatma Şahin iki. KADEM aile ile yakın ilişkisi sebebi ile daha öncelikli olarak akla geliyor.Geçen süreçte, bu fitne hareketi, milletvekilleri, bakanlar, valiler, kaymakamlar, belediye başkanları, merkez ve taşradaki hemen hemen kamu bürokrasisi ve işadamlarının hemen hepsinin aile ve çocuklarını kendi içine çekti ve bu çevrelerin kafaları bu cehennemde formatlandı.
Aile Bakanlığının ilgili birimleri, Bazı STK’lar, GRAVİO bir misyoner örgütü gibi çalıştı. Maarifi mahvettiler. Bütün devlet kademelerine sızdılar. Bunlar çok ileri gittiler. Bırakın eleştirmeyi, soru sormak bile azarlanmanız, aşağılanmanız için yeterliydi.
STK’ların karşısına geçip, pahalı arabalar ve korumaları ile gelen ve yakasında bayrak rozetli birileri gazetecisine, STK yöneticisine talimat verip parmak sallıyordu: “Yurdunuzu biz yaptık, okulunuzu da, cami de yaptık. Cemaati de siz bulsaydınız. Şimdi geldiniz konuşuyorsunuz. Siz partimiz için ne yaptınız!” Mahallenin abisi, acar politikacılar karşısında onurları kırılmış, boyunları bükük susuyorlardı. Aslında biz hepimiz suçluyduk. Kimse üzerine düşen görevi yapmadı. Hep iktidar olmayı bekledik. CEDAW darbeciler tarafından imzalandı. REFAHYOL döneminde olamazdı, çünkü tek başına iktidar değildik. Ve AK Parti. Büyük hayaller ve umutlarla çıkıldı yola. Bugün gelinen noktada neleri konuşuyoruz. Bakın, değil Ayasofya’yı açmak, Kıbrıs’ın tamamını da alsanız, Ege adalarını da alsanız, bu fitneyi durdurmadığınız takdirde büyüyen öfke ufkunuzu karartacaktır. Aile kaybedildikten sonra onun yerine koyabileceğiniz bir şey yok. Bakın Mescid-i Aksa’yı açsanız da bir şey değişmez. Açık iyi edersiniz de, helak kapılarını çaldığında Lut kavminin başında bir peygamber vardı ve mabed açıktı. Bugünkü başımızın belası aile ve aileyi tehdit eden fahşa! Bu sözleşmeler de bununla ilgili.
Av. Ebubekir Esad BAŞ’ın “Lanzarote sözleşmesinin hukuki tahlili” konulu makalesini okuyorum. Makalenin girişinde 7 Mayıs 2020’de ilk kez Dr. Mücahit Gültekin’in bu konuya dikkat çektiğini söylüyor. Evet, bizim politikacılarımız, gazetecilerimiz, akademisyenlerimiz hep birden özür dilemeliyiz. Uyumuşuz. Ve bu vesile ile Mücahit Gültekin’e teşekkür ediyorum. Allah ondan razı olsun. Bu arada, Erol Yarar da önemli bir açıklama yaptı. Dikkat çekici bir tesbiti var, 28 Şubat’ta darbecilerin arkasında duran, başörtüsüne savaş açan sermaye gruplarının bugün İstanbul Sözleşmesinin bayraktarlığını yapıyor olmaları dikkat çekici. FETÖ’cüler 15 Temmuz’da başarılı olsalardı, inanın bugün İstanbul Sözleşmesi konusunda da, aynen içimizdeki AKP’liler gibi yaparlardı. Bu çevrelerin İstanbul Sözleşmesi konusunda seslerini yükseltmeleri karşısında Erol Yarar iş dünyasından açıkça tepki koyan ve tavrını bir bildiri ile açıklayan ilk kişi oldu. “Bu süreçte, iş dünyasının bir bölümü “Kadın Erkek eşitliği” gibi güzel bir sözün arkasına sığınarak, değerlerimizi hiçe sayan ve hatta “kökünden kazımak” tabiri dahil her türlü batı merkezli hayat biçimini ülkemiz insanına dayatan bir sözleşmeyi neden destekliyorlar?” diye soruyor Yarar.
Cevabında ise Yarar; “Konuşmak yerine ‘sözleşmeye dokunmayın!’ mantığı ile hareket eden STK, basın ve iş dünyasının iyi niyetli olduğunu düşünmek zorlama bir mantık olacaktır. Ailenin adeta yıkıldığı, her türlü sapkınlığın meşrulaştığı batı toplum değerleri ile bizim toplumsal yaralarımızı tedavi etmek mümkün değildir. İstanbul Sözleşmesini dini bir metin gibi gören iş dünyası ve diğer kesimleri; cinsiyeti belirgin şekilde yaratılış aslına uygun tarif eden ve kadını anne, kardeş, eş gören, ayaklarının altında cennet olmakla müjdeleyen ve daha nice yüceliklerle tasvir eden, inanç değerleriyle mücadele etmek yerine bu değerlere sahip çıkmaya ve saygılı olmaya davet ediyorum” diyor. Selam ve dua ile.