Bakan Nabi Avcı çok önemli değerlendirmeler ve uyarılarda bulundu: Dershanelerin önümüzdeki Eylül ayından itibaren kapanacağını söyleyen Avcı "Paralel Yapı dershaneler için kayıt yapı taahhütnameler alıyormuş. Veliler uyanık olsun, taahhütname imzalamasın" dedi.
Bakan Avcı, kamuoyuna çarpıcı mesajlar verdi:
-Diyarbakır Bağlar Milli Eğitim Müdürlüğü suça karışmış çocukları internet sitesinden teşhir etmişti Sayın Bakanım. Liste internet sitesinden kısa süre sonra kaldırıldı ama birileri bu kısa sürede olaydan haberdar oldu ya da edildi… Bu konudaki çalışmalarınız ne aşamada?
-Bağlar'daki olayları her yönüyle araştırıyoruz. Birisi bunu özellikle buraya koydu ve özellikle servis yaptı! Böyle bir şüphe var. İnternet sitesini yöneten memurlar, hepsinin incelenmesi şart ve inceleniyor, tahminim bu olayda da bir oyun var.
-Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan "kampüs" yerine "Külliye" kelimesinin daha uygun olduğunu söylemişti… Bu değerlendirmelerine bazı kesimlerden gelen tepkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Milli Eğitim Bakanlığı olarak, özellikle liselerin "eğitim kampüsu" adı verilen alanlara toplanılması gibi bir çalışmamız var. Bu anlamda mimarlarımızın böyle alan için hazırladıkları çalışmalardan oluşan bir sergi açıldı. Ben de geçen yıl eğitim kampüsü adı altında yapılmış olan proje çalışmalarının ödül törenine katıldım. Orada yaptığım konuşmada iki şeyi vurguladım: Bir; bu projeler genellikle bir fabrika algısı uyandıracak şekilde tasarlanmış ürünler olarak ortaya çıkıyor. Yaptığım konuşmada, mimarları da çok fazla üzmemek için dedim ki; 'Mimar arkadaşlar bu tür projelere çalışırken bir yandan da Pink Floyd'un The Wall albümünü dinlesinler. The Wall albümü, İngiltere'de bir okulda öğrencilerin nasıl bir fabrika düzeni içerisinde seri imalat anlayışı ile seri eğitimden geçirildiklerini hicvederdi. Bunu söyledim. Yapılarımız mahalle kıvamında olmalı, şehirle alış verişi olmalı. Bunu söyledim önce. İkinci olarak da 'Biz buralara eğitim kampüsü diyoruz; kampüs kelimesi köken itibarı ile 'orduların konakladığı yer' anlamına gelir.' dedim… Hitler'in Mein Kampf'ı, "Kavgam"ı meşhurdur.
Böyle askeri bir anlam ifade eden kavram yerine bağların çözüldüğü yer anlamına gelen çözümü ifade eden "mahalle" kelimesinin bana daha sevimli geldiğini söylemiştim. 'Hal' den geliyor; çözmek. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi'nin töreninde de fikirlerimi Sayın Cumhurbaşkanımıza ilettim. Kendileri de bizim kültürümüzde külliyenin olduğunu belirttiler. Aslında benim ifade ettiğim, düşündüğüm şeyin tam da karşılığı bu oldu. Şimdi külliye kelimesine karşı çıkanların gerekçelerine baktığımızda, en çok, "Külliye merkezinde cami olan yapı bütünüdür." diyorlar. Külliyenin merkezinde cami olmasa bu kadar karşı çıkmayacaklardı. Aslında burada gösterilen alınganlık ve kasıt belli; külliye kelimesinin doğrudan çağrıştırabileceği dini motifler. Bir de külliye kelimesi sivil şehirciliği de ifade eden, devamlı gelişen bir yeri temsil eden bir kavram. Bu yönüyle de kullanılmasını anlamlı buluyorum.
ÜZÜM YEMEK BAĞCIYI DÖVMEK
-Sayın Erdoğan'ın dile getirdiklerine sürekli olarak karşı çıkış var. Bu tür durumların Cumhurbaşkanımızın ifadesi ile 'üzüm yemek değil de bağcıyı dövmek'le alakalı olduğunu düşünüyor musunuz? Sizin için de öyle bir durum var mı?
-Maalesef öyle. Özellikle Milli Eğitim'e ilişkin bazı eleştirilerde ve uygulamalarda maksadın üzüm yemek olmadığını çok açık görüyoruz. Bunu en son SBS'nin iptali sürecinde yaşadık. Şimdi o yaşta çocuğu olmayan eğitim konusuyla doğrudan ilişkisi olmayan vatandaşlar orada hakikaten bir hukuki yanlış yapıldığı düşüncesine kapılabilecekleri kadar bir propaganda rüzgârı estirildi. Hatta benimle ilgili mahkeme kararlarını uygulamama suçlamaları sözkonusu oldu. Meclis'e soruşturma önergesi verildi ve reddedildi. Maksadın üzüm yemek değil bağcı dövmek olduğunu gösteren çok bariz bir misaldir: SBS sınavı Haziran ayında yapılıyor. Temmuz ayında bir öğrenci (veli) ve bir milletvekili sınavın iptali için dava açıyor. Fakat mahkemenin bu konuda milletvekiline ehliyetsizlikten ötürü red cevabını vereceğini tahmin ettiği için bir de kendi ifadesiyle kendisinin yönlendirdiği bir veliye dava açtırıyor. Mesele ne, mesele şu: O imtihanın değerlendirilmesinde biz bir yanlış yapmışız. Bizim değerlendirme birimimiz Almanca ve Fransızca sorularını cevaplandırma anahtarını İngilizce anahtarı ile kullanmış. Yanlış, bu bizim yanlışımız. Hatta orada da bir kasıt var mı diye ciddi bir araştırma yaptık, kasıt yok. Tam bir iş bilmezlik, yanlışlık var. Bu fark edilir fark edilmez o gün, açıklamayı yaptık, böyle bir yanlışlık yaptığımızı fark ettik ve hemen o gün o 738 öğrencinin kağıtlarını tekrar okuttuk, yerine yerleştirdik, kamuoyuna da açıkladık ve özür diledik. Yanlışımızı nasıl düzelttiğimizi de açıkladık. Bundan dolayı da herhangi bir mağduriyetin sözkonusu olmadığını belirttik. 738 öğrencinin kağıtları yeniden okunduğunda, doğru anahtarla işlem yapıldığında sıralama değişir mi değişmez mi?.. Buna baktık, öğrencilerin durumunda bir değişiklik olmuyor. Şöyle oluyor; virgülden sonra, sıfır onda değil, yüzde değil, bindelik basamakta ufak tefek değişiklikler olabilir. 1 milyon 112 bin öğrenci imtihana giriyor.. Taş çatlasa 4-5 öğrencinin durumunda bir değişiklik olabilir. Peki ona göre de tekrar okuttuk ama bu arada mahkeme süreci devam ediyor. Mahkeme buna rağmen devam ettirildi. Temmuz'da açılan dava Temmuz'da sonuçlandırılmadı. Ağustos'ta sonuçlandırılmadı, Eylül'de sonuçlandırılmadı, Ekim'de, Kasım'da, Aralık'ta sonuçlandırılmadı. Bunlar geçti, geçti, Ocak ayına geldik, çocukların birinci sömestrde karne almalarına beş gün kala mahkeme "yürütmeyi durdurma" kararı verdi. Yürütmeyi durdurma kararı ne demektir; gecikmesinde sakınca olan hallerde verilecek bir karardır. Peki burada yürütmeyi durdurma kararının ne zaman verilmesi lazım? Bütün bu işlemler olmadan yani okullar açılmadan, öğrenciler okullara başlamadan, dersler başlamadan yürütmeyi durdurma kararı verirsin, biz de ona göre tedbir alırız. Ama okullar açılmış başlamış, çocuklar okullara yerleştirilmiş, dersler başlamış, sömestr bitiyor, karne alma aşamasına geliniyor, 1 milyon 200 bin çocuğu ve ailelerini ayağa kaldıracak bir yürütmeyi durdurma kararı veriyorsun. Normal hukuk mantığı ile açıklanabilecek bir ihmal ve gecikme değil.
Özellikle dershanelerin kapatılma sürecinden sonra Milli Eğitim Bakanlığı ve şahsınıza karşı saldırılar mevzu bahis oldu. Yeni Türkiye inşa edilmeye çalışılırken bu gibi tavırları nasıl değerlendirmek gerekir?
Öncelikle şunu söylemek gerekir ki; dershane var, bir de "dershane" var. O dönem özellikle kampanya yürüten grubun dershanelerine baktığımız zaman görüyoruz ki; bir sahipsiz çocuklar var, bir de özel olarak seçilmiş, normal şartlarda gireceği sınavda çok yüksek puanlar belli olan, okullardan özel olarak bilgi alınarak kaydedilen çocuklardan oluşturulmuş sınıflar var. Tabi bu sınıflar her anlamda özel olarak tutuluyor. Bu öğrenciler normal şartlarda da zaten yüksek puan alacakken bu dershanenin başarısı gibi gösterilerek vitrine konuluyor. Diğer normal düzeydeki öğrenciler ise sadece dolgu malzemesi olarak kullanıyorlar. Diğer çocuklara gösterilen ihtimamın finansmanı bu çocuklar üzerinde sağlanıyor. Bu anlamda dershanelerin dönüşüm programı öncelikle buraya çomak soktu. Biz onların söylediklerine karşılık "amacınız gerçekten eğitimde daha hayırlı şeyler yapmaksa bunun daha iyi imkânı olan, okullaşmayı tercih edin" dedik. Öyle ki mevcut yapı itibariyle okula dönmesi kolay olan dershaneler de bu grubun dershaneleri.
Dershane meselesinde büyük bir illüzyon vardı. Bu illüzyon dağıldı. Şimdi Anayasa Mahkemesi'nden olumsuz bir karar çıkmasını bekliyorlar.
TRT