Babacan: ‘Benim adım Kemal’ sözü karın doyurmuyor

Reel sektörün artık geleceğe güvenle baktığını belirten Babacan “Bu güveni oluşturmak çok emek ve zaman aldı ama kaybetmek çok hızlı oluyor. Yanlış bir uygulama ile 8 yılın birikimi Allah korusun 8 haftada biter” dedi.

Bakan Babacan, Yeni Akit Ankara Temsilcisi ve Yazarı Yener Dönmez'e Türkiye'nin ekonomik gelişmişlik düzeyinden IMF ile ilişkilerine, KKCT'deki bütçe açığından Mısır'daki gelişmelere kadar pek çok konuda çarpıcı açıklamalarda bulundu. Yeni Akit'in bugünkü sayısında yayınlanan Ali Babacan röportajının ilk bölümü şöyle:

Akit: Türkiye'nin gelişmişlik düzeyini Avrupa ile kıyasladığınızda önümüze nasıl bir fotoğraf koyuyorsunuz?
Babacan: Avrupa genelinde çok ciddi reform ihtiyacı var. Yani ekonomik yapıları artık verimli değil. Beklentilerini kaybetmiş durumdalar. Demokratik yapıları hızla değişiyor, daralan ve yaşlanan bir nüfus söz konusu. Bu beraberinde ciddi bir sosyal güvenlik açığını meydana getiriyor. Arkasından sağlıkla ilgili problemler çok ciddi boyutlarda. Daha iki gün önce bir vaka yaşadık. Arkadaşlarımızı Brüksel'e göndermiştik. Arkadaşlarımızdan biri düşmüş, diz kapağında kırık oluşmuş ve orda yaşayan herkes 'Aman' demişler 'Hiç buradaki hastanelere gitme, ortada kalırsın perişan olursun, Türkiye'ye git ameliyatını orda ol.' Bunu bana telefonda söyleyince arkadaşlar, insan onur duyuyor. Düşünün önceden böyle bir şey olsa hazır ordayken her şeyi yaptırır geliriz. Brüksel de Avrupa'nın kalbi. Oradaki sağlık hizmetlerinin kötülüğünden 'Git Türkiye'ye arkadaşım' deyip buraya yolluyorlar.

TÜRKİYE İLE AVRUPA ARASINDAKİ FARKLAR

Akit: Devlet ve hükümet yetkilisi olarak çok kritik görevlerde bulundunuz. Hem ekonomide hem dışişlerinde görev aldınız. Küresel ekonomik krizden daha yeni yeni çıkmaya başlayan Avrupa'yı Türkiye'yle kıyasladığınızda neler görüyor ve hissediyorsunuz?
Babacan: Şimdi şöyle: Avrupa kendini bir türlü yenileyemedi. Halk reformunu gerçekleştiremedi, sosyal güvenlik reformunu yapamadı, bankacılık reformunu yapamadı. Yani bu krizde en çok vurulmalarının nedeni bankacılık konusunda zamanında doğru adımları atamamış olmaları. Bizim 2004-2006 yılında yapmış olduğumuz bankacılık ile ilgili reformlar, bizi bu krizde koruyan en önemli etkenlerden birisi oldu. Çünkü biz hiçbir bankaya özel muamele yapmadık. Katı kurallarımızı koyduk, istisna yok dedik, herkes bu kurala uyacak ve onların da uymasını sağladık. 2006 yılı geldiğinde bütün bankalar bizim çizdiğimiz o ihtiyatlı çerçeveye uymuş vaziyettelerdi. Dolayısıyla bu kriz başladığında biz çok rahattık. Tek tek bankalarımız olası şoklara dayanıklı ve bilançoları sağlam, sermaye yapıları sağlam ve nitekim Türkiye sadece Avrupa'da değil bütün OECD içinde, onun içinde Avrupa da var biliyorsunuz, Amerika da var Avustralya da var, gelişmiş bütün ekonomiler var. Tüm OECD ülkeleri, Türkiye hariç, bankacılık sistemine destek vermek zorunda kaldı. Bankalara sermaye koymak zorunda kaldılar. Merkez bankalarından bankalara çok ciddi miktarda likidite aktarmak zorunda kaldılar ki o bankalar batmasın diye. Ama Türkiye bunları yaşamadı. Bunlar maalesef göz göre göre oldu. Amerika'daki bankacılık krizi ilk başlangıcı oradan, yani o dönemde biz gerçekten hayretle izliyoruz, alabildiğine açıldı. Bankalar, yani kredi hacmi sadece konut kredisi hacmi Amerika'da 4 yıl içerisinde 5 trilyon dolardan 10 trilyon dolara çıktı. Parası olan herkese konut kredisi dağıttılar. Peşinat falan da istemediler. 100 liralık ev alana al ben sana 110 liralık kredi veriyorum dedi bankalar. Sen evi al içine de eşya al, araba falan da çekersin diye. Böylelikle borç yüklediler vatandaşa ama en ufak bir ekonomik yavaşlamada çok ciddi miktarda borcunu ödeyemeyen bir kitle oluştu ve bu krizi tetikleyen önemli bir unsur olarak karşımıza çıktı. Biz bu konularda çok ihtiyatlı gittik. Amerika'da kredi hacmini ikiye katladığı o dönemde biz kendi morgate yasamızı çıkardık ve dedik ki yüzde 25 peşinat şartı vardır. Yani ev almak isteyen yüzde 25'ni peşin ödeyip ancak yüzde 75'i kadar borçlanabilir dedik ki bu biraz sistemi kontrole götürsün.

TÜRKİYE'NİN BORCU HER YIL AZALIYOR

Akit: Bizde de epey bir kredi olayı oldu en son konut kredilerinden sonra…
Babacan: Şimdi şöyle. Biz bu krizden önce bütün tedbirleri aldık. Avrupa tedbiri almadığı için bu hale düştü. Sonra kriz başladı. Kriz başladıktan sonra biz ne yaptık Avrupa ne yaptı. Bir de bu krizin yeni safhasında diyelim 2011 ile beraber biz ne yapmaya başladık herkes ne yaptı bunu değerlendirmekte fayda var. Şimdi bu kriz başladıktan sonra pek çok ülke dediler ki bu krizi atlatmanın yolu devletin daha çok para harcamasıdır. Vergileri düşürmek yoluyla ya da harcamaları artırmak yoluyla devlet ekonomiye can suyu vermelidir ki bu krizden çıkabilelim. Şimdi tabi bu devletin daha çok para harcaması şöyle yani devletin bir petrol geliri varsa doğalgaz geliri varsa bunu alıp rezerve koyacağına bu paraları vatandaşına bir miktarını dağıtıyorsa bu olur. Ama bu ilave harcamayı ilave bütçe açığını gidip borçlanarak karşılıyorsa bir yandan tamam vergileri düşürün, maaşları arttırın, harcamaları arttırın, onu da gidin dışarıdan borçlanın, zaten borcu da yüksek o ülkelerin. Bu sefer borcu yüksek olan ülkelerin bu politikası iyice çıkmaza soktu. Yani bugün Yunanistan'ın arkasından İrlanda'nın, şimdi pek çok ülke sırada, bu ülkelerin uyguladığı tamamen yanlış politikalar. Yani o ülkelerin başbakanı çıkıyor diyor ki ben tedbir alıyorum ekonomiyi düzelteceğiz bu krizden çıkacağız. Ne yapıyorsun? Daha çok para harcıyorsun. Şimdi siyasi açıdan düşündüğünüzde devlet harcamalarını arttırmaktan çok kolay bir şey yok. Bunda hiçbir problem yok. Emeklilere, memurlara yüzde 3 yerine 5 zam vereceğim diyorsunuz, bunda hiçbir zarar gelmez. Ama hazırda bir şey yoksa veya borçlanarak yapıyorsanız işte bunu yapan ülkeler tekrar döndü dolaştı 2009'un mart ayından itibaren çok kötü bozuldu. İlk Yunanistan ile başladı, hala pek çok ülke kıvranıyor. Çok büyük problemler var. Tam o dönemde biz çok farklı şeyler yaptık. Biz tam tersine bir politika uyguladık. Biz dedik ki: Türkiye de borcu yüksek bir ülke hala. Yani yüzde 74'den aldık kamu borç stokumuzu indirdik yüzde 39,5'e. Ama Türkiye için 39,5 yüksek bir borç oranıdır. Barter kriteri yüzde 60'tır ama onların da ayrı bir düzeni var, kendi dayanışması var, şu var bu var. Türkiye için bu yüksek bir orandır, dolayısıyla uyguladığımız politikalar bu borç stokunu düşürerek borcun Türkiye için bir problem olmayacağını ortaya koyacak bir politika olmalı dedik ve 2009'un hemen haziranından itibaren tedbirler almaya başladık. Bir miktar vergi artışları yaptık, harcamalarda tasarruflara gittik ve orta vadeli programla da Türkiye'nin kamu açığını her sene daha azaltacağımızı ortaya koyduk.

REEL SEKTÖR GELECEĞE GÜVENLE BAKIYOR
Babacan: 2009'un ekim ayı ile beraber, negatiften pozitif büyümeye geçtik. Tüketici güven endeksi arttı, reel sektör güven endeksi arttı, şuan çok şükür bulunduğumuz noktada halkın geleceğe bakışı, göstergeler maksimum seviyede. Son iki yılın en yüksek noktasında reel sektör güven endeksine bakıyoruz; son 4 yılın en yüksek seviyesinde. Yani reel sektör geleceğe çok güvenle bakıyor. Finans sektörü de çok güvende. Eğer bir endişesi olsa, korkusu olsa bunların hemen yaptığı ilk iş biliyorsunuz kredileri keserler. Şimdi tam tersi geçen sene yüzde 34 kredi artışı var Türkiye'de. Demek ki bankalar da geleceğe güvenle bakıyor ki bu oluyor.

TÜRKİYE'NİN ÜRETTİĞİ İSTİHDAM AB'NİN İŞSİZLİK ARTIŞINA EŞİT
Şimdi çok şükür biz 2010 yılını gerçekten dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden biri olarak kapattık Yüzde 7.5 ile 8.5 arası bir rakam bekliyoruz. 31 Mart'ta kesin rakamlar açıklanacak. İstihdam oluşması için reel sektörün geleceğine güvenmesi gerekiyor ki adam alsın. Çünkü devlet yılda aldığı 50 bin kişi 100 bin kişiyle işsizlik problemini çözmek mümkün değil. Her sene işsizlere 500 bin ile 700 bin kişi ekleniyor. Devlet 50 bin almış 100 bin almış bunlarla işsizlik problemini çözmek mümkün değil. Dolayısıyla özel sektörün geleceğe güvenip adam alması gerekiyor ki işsiz sayımızı azaltabilelim. Geçen sene 2 puanlık bir düşüş oldu ve Uluslararası Çalışma Örgütü'ne üye ülkelere baktığımızda işsizliğin en hızlı düştüğü ülkelerden biri Türkiye'dir. Bizim 2010 yılında ürettiğimiz ilave istihdam Avrupa Birliği'ndeki işsizlik artışına eşit. Yani 27 ülkenin ürettiği işsiz kadar biz tek başımıza Türkiye'de istihdam üretmişiz. 27 AB ülkesinde toplam istihdam 1 milyon 337 bin düşmüş 2010'un ikinci çeyreğinde. Türkiye'de ise 1 milyon 600 bin kişi artmış. 1 milyon 600 tam, yuvarlak rakam.

O RAKAMLARA BAŞBAKAN'LA BİRLİKTE ÇALIŞTIK

Akit: Sayın Başbakan en son Meclis'teki bütçe görüşmelerinde çok ilginç rakamlar söyledi. 2023 yılına dair kişi başına düşen gelir 25 bin doları bulacak. Başka başka rakamlar verdi. Sizi çok temkinli biri olarak biliyoruz. Yani Sayın Başbakan'ın bu söylediği rakamlara ulaşabilir miyiz? Bunlar seçim için söylenmiş rakamlar mı?
Babacan: Değil, değil. Biz çalıştık o rakamlara. Başbakan'la zaten beraber çalışıyoruz. 2011 yılındayız. Tamam biz bir seçim beyannamesi hazırlıyoruz şuan. Seçim beyannamesinin ruhu ne olmalıdır? Nasıl hedefler belirlemeliyiz? Çünkü seçim beyannamelerinde geçmiş biraz anlatılır ama geleceğe dair hedefler konulur. Vizyon konulur yani nereye götürmek istiyorsunuz? Nasıl bir Türkiye var hayatımızda? Bunu bir seçim dönemi olarak koysak 2011-2015 sekiz yıllık bir geçmişimiz var ileriye doğru da benzer bir ufuk verelim istedik. Bizim 2023 yılında dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olacağımız telaffuz edilmemiştir. Biz bunu hep söylüyoruz. Biz şimdi tüm bakanlarımızla 2023 ilgili hedeflerini topladık 2023 ile ilgili ne bekliyorlar? Tren, karayolu projeleri, hastane, eğitim de kaç tane dersliğimiz olmalı, öğrencilerin kaç tanesi okul öncesine çekilebilir gibi bu tür hedefleri topladık, süzgeçten geçirdik. Çünkü hayali şeyler de geliyor. Bunların bir de kaynağı olmalı. Türkiye'nin kaynaklarıyla orantısız bir hedef koyarsanız o da inandırıcı da olmaz sonra. 2023 yılı gelince de utanacağımız bir sonuç görmek istemeyiz. Dolayısıyla böyle bir ufuk belirleyelim dedik

“BAŞBAKAN 'BENİM ADIM RECEP' DEMEDİ”

Akit: Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu'nun ekonomiyi nasıl düzlüğe çıkaracağını açıklamak için söylediği “Benim adım Kemal ben parayı bulurum' ifadelerini duyduğunuz zaman ne düşündünüz?
Babacan: Şimdi biz, bakın 2002 seçimlerine giderken ki biliyorsunuz ben parti kurucularından birisiyim, kurucu üyelerinden birisiyim. 2001'in 14 ağustosunda bu parti kurulmadan önceki safhada. Parti programının hazırlanmasında katkım oldu, 2002 seçim beyannamesinin hazırlanmasına da kakım oldu.
Şimdi o dönemlerde biz bunlara çok kafa yorduk ve herkes o günlerde bir kaynak kaynak diyor. Faizler ben göreve başladığımda bu odada kasım 2002'de bilgisayar ekranları yüzde 66 faiz gösteriyordu. Hazinenin borçlarını ve Türkiye Cumhuriyeti hazinesi 9 aydan daha ileriye borçlanamıyordu. Yani şuanda 10 yıllık kar çıkarıyoruz ya içerde o gün o vade dokuz aydı maksimum. 9 aydan ileriye kimse güvenemiyordu. Yani vade 9 aydan 10 yıla çıktı çok şükür. 10 kat daha…

Şimdi öyle bir ortamda kaynak kaynak diyor ya nasıl kurtaracaksınız bu işten tam. IMF'le anlaşılmış, 30 milyar dolar hani bu günün parasıyla IMF artı Dünya Bankası'ndan kredi gelecek diye anlaşılmış, daha fazla bir para geldiği falan da yoktu haa o günlerde. Çünkü sözlerini yerine getiremedikleri için imzaları atmışlar, kredilerin ilk dilimini çekmişler fakat ondan sonra gözden geçirmeler tamamlanamıyor bir türlü. İş uzuyor yani söz yerine gelemiyor, kur durmadan artıyor o günlerde. Hatırlıyorum da 1,6-1,7 yani dolar kuru. Bugün işte 1,6'ya geldi sekiz yıldan sonrada biraz arttı deniliyor. Şimdi nerden nereye öyle bir ortamda. Sürekli kaynak kaynak deniliyor. O zamanlar Sayın Başbakan kaynak Türkiye'de dedi. Yani kaynak Recep Tayyip Erdoğan'dır demedi Türkiye'dir dedi. Benim adım Recep onun adı Tayyip demedi. Niye, çünkü önemli olan ülkeye güveni oluşturmak. Güven olduktan sonra akıllı politikalarda uyguluyorsanız zaten. Güven nasıl oluşuyor? Önce niyet, sonra da kapasite. İki bileşeni vardır. Niyet ve kapasite. Önce niyetimiz iyi olacak, temiz olacak, kimse kuşkulanmayacak. Bunlar acaba böyle söylüyor da başka şeyler yapar mı diye bir problem olmayacak. Ortaya koyduğunuz programda gerçekçi olacak. Gerçekten ödeme kapasitesi olacak. O kapasiteyi ortaya koyacaksınız ki kaynak gelsin. Yoksa kaynak ne için geliyor? Yatırım için ya da kredi için geliyor. Şimdi krediyi ya da yatırımı getiren güvenmeyince o parayı getirir mi? Kimse parayı bedavaya bulmuyor. En ufak bir şey olsa kaçar giderler. O kadar da hassastır bu konu. Türkiye'ye güven olacak, sözümüze güven olacak, yapacaklarımıza güven olacak, ortaya koyduğunuz programa güven olacak ki kaynak gelecek. Başbakanımız kaynak Türkiye'dir deyince hep bunları kastetti.

 

“BENİM ADIM KEMAL, KARIN DOYURMUYOR'
Şimdi siz tutup olmadık harcamalar açıklayın boş vaatler açıklayın, aynı o eski dönem politikacılarının yaptığı gibi o ne veriyorsa ben beş fazlasını veririm gibisinden, artık bunlara inanmıyor kimse. Sayın Kılıçdaroğlu çok eleştirildi. Hiç tahmin etmeyeceğiniz köşe yazarları tarafından da eleştirildi yani böyle olmaz. Artık o günler geçti. Türkiye bilinçlendi. Yani bir şey açıkladığınız zaman onun somut planını programını açıklamanız lazım. Ben şu kadar para harcayacağım de ondan sonra ‘benim adım Kemal' olmuyor böyle yani. Başbakanımız güzel dedi. Senin adın karın doyurmuyor. Bir isimle karın doymuyor. Programlar ve somut rakamlar ortada.

“KILIÇDAROĞLU'NUN BİR PROJESİ YOK”

Akit: Yani bu işi Sayın Kılıçdaroğlu çözemez mi? Bir ekonomi projesi yok mu?
Babacan: Şu ana kadar bir şey duymadık. Şu ana kadar sadece Sayın Kılıçdaroğlu'nun kongrede açıkladığı bazı projeler var. Hepsi de harcama projesi. Gelir üreten, kaynak üreten bir şey hiç duymadık şimdiye kadar. Harcamaları açıklıyor. Sonra merak etmeyin benim adım Kemal diyor. Ekonomik köşe yazarlarını takip ediyorsanız o konuşmadan sonra iki hafta boyunca yazıp çizilenlere bakın. Sol kesimden yazarlar bile eleştirdi. Böyle olmaz dedi. Sonra, CHP'den farklı zamanlarda farklı açıklamalar geldi. Bir aya kadar, iki aya kadar açıklıyoruz, şu tarihte açıklıyoruz programımızı diye. O tarihlerin hepsi geçti.

8 YILIN BİRİKİMİ, ALLAH KORUSUN 8 HAFTADA BİTER

Akit: CHP'yi neye benzetiyorsunuz uyum konusunda?
Babacan: Yani bizim yaptığımız, iş çevreleriyle, ekonomik gerçeklerle uyumlu. CHP'nin de o zaman programı vardı, açıkladılar. Fakat içinde hiç bir şey yok. Dokümanın içinde hiçbir şey yok. Okuyorsun bir şey anlamıyorsun. Hiçbir taahhüdü yok. Yuvarlak ifadeler. O zaman çok yazıldı çizildi, seçime giderken en derli toplu, en aklı başında ekonomik programı olan parti AK Parti'dir. Dünya Bankası raporlarında var, yani bu programlar içerisinde en aklı başında program AK Parti'nindir diye. Dönüp bakın o 2001'deki parti programımıza, seçim beyannamesine ne yazmış. O günkü vizyonumuz, o günkü bakış açımız hala var. Bunlar olmuş bunlar yapılmış. Yapacağız dediğimiz her şeyi yapmışız. Bu güven unsuru işin temeli. Yavaş yavaş oluyor. Basamak basamak oluşuyor. Çok emek ve zaman alıyor bu güveni oluşturmak ama kaybetmek çok hızlı oluyor. Allah korusun, yanlış bir uygulama, yapacağın bir şeyden vazgeçme falan erozyonu çok hızlı oluyor. Sekiz yılın birikimi Allah korusun 8 haftada biter.

AKİT

ÖNEMLİ

Narin Davası: Savcı İyi Hal İstemedi

Narin davasının ikinci duruşmasında Cumhuriyet Savcısı, sanıkların iştirak halinde cinayet işlediğini belirterek, dört kişi için ağırlaştırılmış müebbet cezası talep etti. Karar gün içerisinde açıklanacak.

Roketsan Geliştirdiği Füze Testini Tamamladı

ROKETSAN, yerli İHA-122 füzesi testini başarıyla yaptı. Füzenin üzerinde 'TCG Anadolu'ya selam olsun' yazısı yer alırken, Genel Müdür Ekinci, bağımsız teknolojileri vurguladı.

Daha Fazlası!