BANLİYÖNÜN HUZURLU GÖRÜNÜMÜ
Amerika’nın banliyö kesiminde bahçeli ve etrafı çitlerle çevrili geniş alanlarda bulunan evler dikkat çekiyor. Burada, çimenlerin hakim olduğu, mavi gökyüzünün altında sıradan ama mutlu görünen hayatlar sürüyor. Tarım Bakanlığı’na bağlı bir araştırma bölümünde çalışan David Keith Lynch’in babası nedeniyle aile sık sık yer değiştiriyor. Lynch, çocukluğundan gençliğine kadar Orta Amerika’nın kendine özgü yaşam alanlarını gözlemleme fırsatı buluyor. Zamanla, bu yerlerin dışarıdan huzurlu görünümünün arkasındaki farklı sorunlar, içsel çalkantılar ve psikolojik bağımlılıkları keşfe çıkıyor.
SİNEMA DÜNYASINA GİRİŞ
Lynch, 1967’de çektiği bir kısa filmle sinema dünyasına adım atıyor. 70’li yıllarda Los Angeles’a taşınıyor ve 1977’de ‘Eraserhead’ ile uzun metraj film yolculuğuna başlıyor. Mel Brooks’un yapım şirketi altında çektiği ‘Fil Adam’ (The Elephant Man-1980) ile kariyerini zirveye taşıyor. Lynch, yaratıcı ve zihinleri karıştıran bir profil sergileyerek bu tarzını her projesinde sürdürüyor. Bu iki önemli yapıt, ona kısa sürede şöhret kazandırıyor. George Lucas, ‘Star Wars’ serisinin en önemli filmlerinden biri olan ‘Return of the Jedi’ı onun yönetmesini istiyor, ancak Lynch bu teklifi geri çeviriyor. Ardından Denis Villeneuve’ün dönüştürdüğü ve Frank P. Herbert’ın ‘Dune’ adlı eserini yalnızca bir film olarak (1984) seyirciye sunarak bilimkurgu alanındaki tek projesini gerçekleştiriyor.
LÜKS YARATICILIK
David Lynch, sürekli değişen yerlerden edindiği deneyimler ve derin gözlemleriyle sinemaya büyük katkı sağlayan üst düzey bir yaratıcı olarak ön plana çıkıyor. Yönetmenlik kariyeri boyunca, sıradan hayatların altındaki karmaşıklıkları ustaca yansıtarak izleyicilerine farklı perspektifler sunuyor.