Eski Almanya Meclis Başkanı Rita Süssmuth, Yeşiller Eş Başkanı Cem Özdemir, eski Almanya Adalet Bakanı, efsane liberal siyasetçi Sabine L. Schnarrenberger, Almanların yaşayan en önemli Türkiye uzmanı Prof. Dr. Udo Steinbach ve diğerleri… Salondaki genel havayı ve uzun senelerdir yakından tanıdığım aktörleri derinlemesine analiz etmeye çalıştım. Bu kitle, çok değil, 4-5 sene önce inanın Avrupa’nın her köşesinde AKP’nin baş döndürücü başarılarından bahsediyordu. Kitap ve makalelerinde dindar demokratlara bir şans tanınması gerektiğini, Türkiye’nin İslam coğrafyasına model olabilecek heyecan verici bir alternatif olduğunu savunuyordu.
O dönem kaleme aldığım ve AKP’yi başlığında bile övdüğüm akademik makalelerimi yayımlayan ve iyi bir okurum olan Welt Trends dergisinin editörü, eski makalelerime referans yaparak “Ne oldu da bu hâle geldiler?” diye sordu. Yanıt uzun. Geçmişte “AKP’ye güvenmemiz gerekiyor. Makyavelist İslamcı gömleklerini çıkarttılar, demokrat ve çoğulcu bir Türkiye ile hukuk devleti hayalleri var.” cümleleri ile Türkiye’yi ve iktidar partisini öven isimlerin tamamı, oldukça sert ifadelerle ülkenin gidişatını eleştiriyordu.
Göçmen sorununun çözümünde Ankara’ya yakınlaşan AB de eleştiri oklarının hedefi oldu. AB’nin Türkiye demokrasisinin normalleşmesi için bir eylem planı yapması gerektiği ve ülkede otoriterleşme adına atılan adımları görmezden gelip sadece kendi sorunlarını çözecek kadar Türkiye ile yakınlaşmanın yakışıksız ve ilkesiz olduğu vurgulandı. Büyümek için yabancı sermayeye ihtiyacı olan Türkiye’nin mevcut hâli ile yeni yatırımcıları çekmesinin imkânsız olduğunu belirten iktisatçı katılımcılar, Türkiye’den bir tık ile çıkma ihtimali olan yüksek oranda sıcak paranın önemli bir finansal krizin tetikleyicisi olabileceğini vurguladılar. Dün tam üyelikten başka hiçbir alternatife evet demeyen Türkiye’nin, AB ile bundan sonra herhangi bir zaman diliminde bu denli güçlü bir ittifak oluşturma ihtimali kalmadı. Bu ifadeyi AKP eleştirisi de yapabilen bir akademisyen olduğum için söylemiyorum. Durum bundan çok daha kötü.
Türkiye’de seçmenin demokrasi ve hukuka değil de sadece istikrara sahip çıkmasından dolayı AB’nin ülkemizden ümidini büyük ölçüde kestiğini söyleyebilirim. Yarın iktidar değişse ve oldukça liberal demokrat bir siyasi lider ile yolumuza devam etsek bile bu gerçek değişmeyecek.
Dolayısı ile Alman şansölyesi Angela Merkel’in teklif ettiği ve daha önce defalarca karşı çıktığım imtiyazlı ortaklık teklifini tekrar masaya yatırıp içini doldurmanın zamanı geldiğini düşünüyorum. Avrupa ve onu var eden evrensel değerlerden tamamen soyut bir dış politika ve reform süreci ile periyodik olarak otoriterleşmektense, kısmen AB içinde olup alternatif bir yol haritası ve restorasyon sürecini tercih etmemiz gerekiyor.
Prof. Dr. Udo Stenbach, konuşmasında ilginç bir ifade kullandı: “Erdoğan ile Türkiye’nin artık hangi istikamete doğru yol alacağını öngöremiyorum. Ülkenin bundan sonra yol haritasının nasıl olacağını anlama şansımız yok.”
Siyaset bilimcilerin öngörü ve yorumları tükendiği için Almanya, Türkiye’yi dinlemiş ve istihbarat toplamış olabilir mi? Bence mümkün. Steinbach özetle “Öngörülemez bir lider ile öngörülebilir bir ülke olamazsınız” dedi.
Avrupa semalarından bakınca görülen Türkiye maalesef tamamen sisli, puslu, kimsenin içinde var olmak istemeyeceği kadar tedirgin edici bir ortam. Türkiye’nin hangi motivasyonla AB ile göçmen anlaşmasını imzaladığını da, Rusya’nın uçağını hangi saikler ve hesapla vurduğunu da anlayamadıklarını ifade eden Batılı katılımcılara açıkçası bizler de çok fazla yardımcı olamadık.
Dursun Çelik yönetimindeki Zaman Almanya ekibi yine tadı damağımızda kalan ve tüm katılımcıları hoşnut eden harika bir konferans düzenledi. Biz bu salonlarda Türkiye’nin başarılarını ve nefes kesen demokratikleşme mücadelesini tartışmayı çok sevmiştik. Ankara’nın önünün açılması ve AB istikametinde mesafe katetmesi için heyecan dolu söylemlerimizin tamamı acı bir hatıra olarak geride kaldı.
“Dün Türkiye AB’ye tam üye olabilir mi?” sorusunun tartışıldığı salonlarda artık çok farklı ve kahredici sorular yükseliyor. Michael Thuman gibi senelerce Türkiye’de yaşamış ve AKP başarılarını en iyi okuyarak kitaplaştırmış entelektüel bir gazeteci bile ülkemizin geldiği nokta karşısında şaşkınlığını gizleyemeyerek final sorusunu şu şekilde sordu: “İstikamet ne? Sultanlık mı, diktatörlük mü?”
SAVAŞ GENÇ