Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Refik Turan, Sevr Antlaşması ile ilgili kararları açıkladı. Turan, Sevr Antlaşmasına bundan sonra sadece 'belge' denileyeceğini söyledi.
Prof. Dr. Refik Turan, okul kitapları ve çeşitli kaynaklarda Sevr'in 'antlaşma' değil 'belge' olarak anılması için girişimde bulunacaklarını açıklayarak, "Ayrıntı gibi görünebilir ama önemli, çünkü çocuklarımızın ve kamuoyunun zihnine böyle yerleşiyor. Ortada belge var ama bu bir antlaşma değil" dedi. Turan, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün "Türk milletine kurulan büyük suikast" olarak tanımladığı, 10 Ağustos 1920'de imzalanan fakat geçersiz sayılan Sevr ve günümüze kadar uzanan yansımalarına ilişkin açıklamalarda bulundu. "Sevr, bizim için bir antlaşma değildir" ifadesini kullanan Turan, antlaşmaların devletlerarası karşılıklı kabule ve imza altına almaya dayalı belgeler olduğuna işaret etti.
Tek taraflı bir dayatmayla hazırlanan Sevr'de böyle bir şeyin asla söz konusu olmadığını vurgulayan Turan, şu değerlendirmede bulundu:
"Sevr, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve hatta Osmanlı açısından asla bir antlaşma seviyesine gelmedi. Ama tarih içerisinde 'Sevr' diye bir vaka yaşandı. Bugün de bazı temel meselelerimizi anlamamız için arada mutlaka atıf yapmamız gereken karanlık tarihi olaylardan birisi Sevr'dir. Sevr, birtakım büyük güçlerin niyetlerini, o niyetlerin aradan 100 yıl geçse bile değişmemiş olmasını gösteren bir belgedir."
Bu açıdan Sevr'i bilmenin önemine işaret eden Turan, belgeyi hazırlayan ülkelerin hala aynı niyetleri taşıdığını ifade etti. Turan, Sevr'in 1914-1918 yılları arasındaki 1. Dünya Savaşı sonrasında savaşı kazanan İngiltere bloğunun 'yeni dünya düzeni' sağlanması amacıyla harekete geçtiğini, savaşta mağlup olan tarafların da teker teker masaya çağrıldığını anımsattı. Sevr'in de bu süreçte savaşın çıkışına dair herhangi bir etkisi olmayan ama o dönem çeşitli sebeplerle Almanya'nın yanında yer almak zorunda kaldığı için savaşı kaybeden Osmanlı Devleti'ne dayatıldığına dikkati çeken Turan, belgenin hem Meclis hem de padişahın onaylamaması sebebiyle hukuken yok hükmüne dönüştüğünü söyledi.
Sevr'le savaşın çıkışına dair herhangi bir etkisi, suçu olmamasına karşın en ağır cezanın Osmanlı'ya kesilmek istendiğine işaret eden Turan, "Sevr'de asıl hedef Osmanlı Devleti diye bir şeyi bırakmamaktı. Vatan, millet ve hakimiyet unsurunun tamamen yok edilmek istendiği açıktı. Sevr, devlete, millete, vatana tam anlamıyla bir kasıt belgesidir. Bunu bütün vatandaşlarımızın bilmesi çok önemli" diye konuştu. Prof. Dr. Refik Turan, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere Ankara'da Meclisin bu belgeyi şiddetle reddettiğini hatta Sevr'e imza koyanları 'vatan haini' ilan ettiğini dile getirdi. Tüm bu süreçte Milli Mücadele Hareketi'nin de başladığına işaret eden Turan, Sevr'le birlikte ortaya konulan kötü niyetin Milli Mücadele'ye de ivme kazandırdığını aktardı.
"Sevr Antlaşması deniliyor. Bundan sonra biz kurum olarak da 'belge' diyeceğiz, Sevr belgesi. Antlaşma yok çünkü imzalanmadı, tanınmadı" diyen Turan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Sevr'in 'antlaşma' olarak kullanılmasına karşı resmi olarak da çalışma yürüteceğiz. Yeni müfredatta Sevr'in 'antlaşma' değil 'belge' olarak ifade edilmesiyle ilgili girişimlerimizi yapacağız. Bazen hatalı ifadeler olabiliyor, yanlış söylemler devam edebiliyor. Ne yazık ki Sevr Antlaşması da biraz 'galat-ı meşhur' olmuş. Böyle bir antlaşma yok. Biz bunu yeni müfredatlara da önereceğiz. Belki bir ayrıntı gibi görünebilir ama önemli. Çünkü çocuklarımızın ve kamuoyunun zihnine böyle yerleşiyor. Ortada bir belge var ama bu bir antlaşma değil."
Sevr'in 'belge' olarak anılmasının tarih kitaplarını, ilgili kurum ile kuruluşları ve hatta medyayı içerisine alan topyekün bir çalışma olduğunun altını çizen Turan, "Bu konuda bilimsel görüşümüzü ortaya koyacağız, tavsiyemizi yapacağız. Müeyyide gücümüz yok ama bunu yerleştirmek için uğraşacağız" dedi.
Sevr'in kötü plan ve niyetlerin nereye kadar uzandığını bilmek açısından önemli olduğunu savunan Turan, şu görüşü dile getirdi:
"Sevr bizim için hedefine ulaşamamış bir kötü niyet belgesidir. Sevr'de gördüğümüz o niyet bugün de ölmedi. Bugün de maalesef Diyarbakır Sur'da açılan hendeklerde, 15 Temmuz'daki darbe girişiminde, anne ve bebeğinin Hakkari'de şehit edilişinde, Kandil'de, Afrin'de, Münbiç'te bu ister DEAŞ ister PKK/YPG olsun Türkiye'yi boğmaya yönelik eller görünmekte. Bunlar 100 yıl önceki niyetlerin devam ettiğini, 100 yıl önce bu niyetleri taşıyan mahut vücutların hala Türkiye'yi hedef aldığını gösteren unsurlardır."
SPUTNİK